
Çok değerli okurlar,
Malumunuz, özellikle de pandemi sürecinde, her türlü işimizi internet üzerinden yapmak durumunda kalmıştık. Tüm alışkanlıklarımız bir anda başka bir mecraya kanalize olmuştu. Aslında bu durum, bir milat olmuştu. Eğitim ve sağlık işlerimizin yanında tüm ekonomik eylemlerimiz (ödemelerimiz) ve her türlü iletişimimizi, bu yolla gerçekleştirmek zorunda kalmıştık. Pandeminin hemen hemen tüm evlerde konu olan eğitim üzerindeki etkisine bakacak olursak, özellikle de yüz-yüze eğitimden uzaktan eğitime geçiş, tüm dünyayı olduğu gibi bizi de bir hayli zorlamış ve yormuştu. Haber alma ve her türlü iletişimimizi internet üzerinden gerçekleştirmeye çalışmış ve bir süre sonra da dünya nüfusunun “hatırı sayılır” bir kısmı, bu yola “entegre” olmayı başarmıştır.
“İnternet haberciliği” ve “internet gazeteciliği”, önceleri de vardı elbet. Ancak pandemi süreci ve sonrasında, daha bir popüler olmaya başladı sanki. Habere ve bilgiye erişim kolaylığı ve bunu yeni yeni keşfedenlerin her geçen gün artması da tabii ki böyle olmasında önemli bir etken. İşte bu akım, bizi sizle buluşturdu. Bizi “an itibarı” ile buluşturan bu “kanala” her ne kadar “sanal dünya” dense de, benim yazdıklarım da sizin okuduklarınız da aslında “gerçek”. Sanallık, sizin kullanım amacınız ile alakalı biraz da...
İlerleyen günlerde, sizle artık “HER TELDEN” konuşmaya başlayacağız inşallah. İlkler zordur çok zaman. Hemen konuya “dalmak” ile “giriş” yapmak arasında kalırsınız. Biz bir “giriş” yapar gibi olduk galiba şu ana kadar okuduklarınız ile.
Şimdi biraz da “konuya girer gibi” yapalım. Malum… İlk yazımızın denk geldiği bugünkü tarih, “Kıbrıs” ta yaşayan veya yaşamış ve ebediyete göçmüş herkesi ilgilendiren bir tarih. Bakış açısına göre değişmekle birlikte, Kuzey’de yaşayanların da Güney’de yaşayanların da hayatını “her türlü” etkilemiş bir tarih… 20 Temmuz… Tabii ki bu tarihin beni daha çok ilgilendiren tarafı, içinde yaşadığım toplum için olan önemi… Her türlü “görüşe” saygı göstermekle birlikte 20 Temmuz, o dönemde yaşananları göz önünde bulundurursak, Anavatan Türkiye’nin belki de “geç bile” kaldığı bir “hak” uygulaması idi. Tabii ki o dönemin siyasi konjonktürü, Türkiye’nin “bu konu” içine dahil olmuş diğer ülkeler ile olan sosyo-ekonomik ve siyasi ilişkileri, siyasi çıkarları ve ekonomik imkanları, o müdahaleyi ancak o gün mümkün kılabilmişti… Ancak şundan zerre kadar şüphem yoktur ki; eğer Türkiye bu konuda “haksız” olmuş olsaydı, tüm dünya bu müdahaleye mümkün değil izin vermezdi. Hadi “izinsiz” yaptığını düşünelim ki zaten öyle olmuştu, Türkiye son ana kadar bir mutabakat ve anlaşma zemini aramıştı. Tüm uluslararası görüşmelerde Ada’nın “o günkü” durumunu, yapılması ve yapılmaması gerekenleri, tezleri ile anlatmaya çalışmıştı... Adadaki tüm bu yaşananların yaşanmaması için gerekli tedbirlerin alınmaması durumunda ise, Kıbrıs’taki soydaşlarının can güvenliğini sağlamak zorunda olduğunu ve bunun için de uluslararası sözleşmelerin kendisine verdiği hakkı bu yönde kullanacağını, defaten belirtmişti. Anavatanın tüm bu söylemlerinin, kendi nezdinde bir karşılık bulmaması neticesinde de 20 Temmuz 1974 tarihinde uluslararası sözleşmelerin kendisine verdiği “hakkı” kullanmış ve adaya çıkarma yapmıştır… O günden beri burada bir çatışma ve “savaş” yok… Ama tabii ki bazı görüşlere göre “barış” da yok… “Savaş olmaması” durumunun bir “barış” mı yoksa gerçekteki durumun bir “ateşkes” olması sebebiyle mi “barış” görüntüsü olduğu, o günden beri bir tartışma konusu. Demiştim, içinde yaşadığım toplumun duygu ve düşünceleridir benim için esas olan... Ve bu açıdan bakmaya çalışıyorum… Bana kalırsa, “savaş” yoksa “barış” vardır…. Kimilerine göre basit bir bakış açısı belki. Ben de bu kadar basit bakıyorum zaten. Bu, tabii pratikte böyle. Ama bu “durumun” uluslararası boyutunu tartışmaya açtığımız anda, iş orda karışıyor ve görüş ayrılıkları tam da burada ortaya çıkıyor. Bu “barışın” an itibarı ile zaten var olduğunu söyleyenler de var, bunun uluslararası bir sözleşmeye dayandırılarak resmileştirilmesi ve belki de buna bağlı bir “tanınmışlık” durumunun ortaya konmasını savunanlar da var… Elbette Anavatan Türkiye’nin de çıkarlarını göz ardı etmeden, “ikinci” alternatife “hayır” diyecek çok fazla kişi de yoktur aramızda sanırım… Bunun yanında adada “her iki görüşün” de sürekli göz önünde bulundurulması, gündemde tutulması ve her iki görüşü savunanların da kendi bakış açılarına paralel olarak bir beklentisinin olması, bu konudaki tek “ortak noktamız” …
20 Temmuz’a bir de bu açılardan baktık… “Barış ve Özgürlük Bayramımız” kutlu olsun…
Yorum